Kemik - Bedri Baykam - 2000

26.08.09 | Admin

http//photoload.ru/data/d5/2d/7a/d52d7aeaf42820be2cc18dd7915e3a2b.jpg

Kemik - Bedri Baykam
Author: Bedri Baykam
Publisher: Piramid Yayınları
Publication date: 2000
Format / Quality: Pdf/Doc
Size: 1 Mb
Language:Turkish

Цитата:
Ressam-Yazar Bedri Baykam’dan bir ilk roman!Baykam’ın sonradan edilecek laflara karşı peşinen bir sözü var:“Yazar, içinden geldi yazdı, hepsi o kadar.”Baykam, kahramanı fotoğrafçı Selim Targan’ın yaşadıklarına değiniyor.Yazar, ‘Fotoğrafçı’ Selim Targan’ın hayatında on ayda yaşananlar çerçevesinde bir hayali dönem ve dünya değerlendirmesi olarak bakın bu sayfalara. Hikaye Kasım 2001’de başlıyor ve Ağustos 2002’de bitiyor diyor…Metropol yalnızlığının, paranın ve karanlık içgüdülerin çarpıştığı yerlerde yaşanan seksin,çetrefilli ilişkilerin ve flu bir örtüyle çevrili bir dünyanın üstündeki örtüye dokunan bir roman.!
Цитата:
Yorgunum. Listemin yeniden kazandığı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Genel Kurulu yeni bitmiş… Önümde Facebook açık. Listemdeki arkadaşlarımdan Elif Bengü’den şu sözlere bakıyorum: “Hem çok zor, hem çok kısa bir macera ömür, ömür imtihanla geçiyor”. Kim aksini söyleyebilir? Sabah saat 02:00, televizyonda Lig TV açık. Ama konu futbol değil. “Gökkubbede Gezinti” isimli, nefis bir belgesel yayınlanıyor. Dünya, Güneş, Samanyolu, rakamlar uçuşuyor…

Gezegenler, evren, insanlık tarihi, hepsi çok ilginç ve çok karmaşık. Her birimizin bireysel hayatları da, bir o kadar karışık. Zamanı nasıl böldüğümüz, bir koltukta nasıl üç-dört karpuz taşıdığımız… Çoğumuz arı ve karınca gibi dünyayı biz kurtaracakmışız gibi koşuyoruz. İyi de bu çabalardan geriye ne kalacak 100 ya da 1000 yıl sonra?

Her insan, yaşamında tek bir “film” çeker: Kendi otobiyografik filmini. Hem de en detaylı haliyle! Düşünün: Tek film, tek seyirci, tek bilet! Ne kadar özel bir insanız öyle? Gördüklerinizin, yaşadıklarınızın tadını çıkarın.

2000’e gelmeden önce, “Kemik”i yazdığım sıralarda çok uçuk bir sergi projem vardı: “Art Ad Infinitum”. Oradaki ilginç aygıtlardan biri “beyin deşifre” adını taşıyordu: Yani gördüğü, yaşadığı her saniyeyi içselleştiren beynin, bunların tamamını bir çipin tetiklemesiyle geri vermesi. Şu anda bile aklımda geçmişten hangi görüntüler cirit atıyor: İşte bebekliğim, dedemin bahçesinde, Adana’da o çok özel mandalina kokuları, ya da büyük tensel buluşmalar, ya da San Fransisco sokaklarında hiçbir özelliği olmayan bir günde yürüyen gençliğim…

Kendi yaşam filminizde hem baş aktör, hem senarist, hem yönetmen oluyorsunuz. İşte bu kadar özel bir insansınız. Tabii bir başka açıdan, dünyadaki o dev piyesin içinde anlamsız bir kukla olarak da görebilirsiniz kendinizi. En önemli grafitimde şu yazıyor: “I’m Nothing but I’m Everything” (Ben her şeyim, ama ben hiçbir şeyim).

Bu tek yönlü yaşam filminde, bazen siz başkasının film karelerine misafir oyuncu olarak girip çıkıyorsunuz, bazen de onlar… Bu kesişmelerle yaşam izleri birbirine geçiyor, herkes yoluna devam ediyor, Geçen Cumartesi çok saygın bir hanımefendi Piramid Sanat’a geldi ve Deniz Gezmiş’in “Tülin” adında bir öğrenci kıza, Kayseri Cezaevi’nden yazdığı iki mektubu getirdi. Hemen cam altı korumaya aldık. Biri 18/4/1970’den, diğeri ise 6 Mayıs 1971! Yani Deniz’in ölümüne tam bir yıl kala. O satırlar arasında bugün slogan olabilecek sözler var. Zaten o mektuplara dokunmak bile büyük bir heyecan. Kendi film karemize sızdığı anda, büyük zaman dalgalanmaları yaratan el yazması sayfaları.
Filmin sonu mu? Haşin senaristler hariç, kimse kendi filminin sonunu bilemiyor. Filmin ikini yarısına geçiş yapıp yapmadığı bile ancak tahmin konusu olabilir. “Yaş 35”, yolun tamamı ya da üçte biri de olabiliyor.

Leyla Gencer ise, filminin sonunu acımasızca kesin bir romantizme monte etmiş. “La Diva Turka” bir yandan kimimizin daha önce çok düşünmüş olduğu bir senaryonun yaşama geçirilmesi için vasiyet bırakıyor, diğer yandan da sonsuza geçiş yaparken, var olan efsanesine boyut kazandırıyor. Ben, itiraf edeyim, aynı şeyi Kız Kulesi açıklarına bir kayıktan serpilmek üzere yıllardır aklıma getiriyordum. Soyut bir fikirdi, hani sanki 100 yıl yaşayacağız ya! Ama artık yapsam da bu eylem “This Has Been Done Before” (Bu Daha Önce Yapıldı) kategorisinde! Dolmabahçe’dekinden daha etkileyici bir an belki de yaşamamıştım. Gencer o gün muhteşem bir final kurgulamış.

Bundan sonra Boğaz’ı hem de en güzel noktalarından birinden seyrederken, artık aklımıza hep büyük sopranomuz gelecek… Kim bilir ne şiirler, ne kitaplar söz edecek o törenden… Artık sizler de Leyla Gencer’in filmine ortak olmuş olacaksınız: Hem Dolmabahçe’de o gün bulunduysanız misafir oyuncu olarak, hem de Boğaz’a her çıkış anınızda kavramsal olarak… Boğazın azgın suları büyük bir insanla beraber çalkalanıyor artık.

Bakın bir de daha ürkütücüsü var: Hani büyük tarihsel sorular var ya? Yobazlarla, bölücülerle, kavganın sonu nereye varacak? Emperyalizm çirkinliklerinden bir gün vazgeçecek mi? İşte o büyük bilmeyen filmde, bu soruların hiçbir kalıcı yanıtı yok. Çünkü bizim filmimizin sonu var ama büyük film sonsuza kadar dönüyor! O kadar uzun yaşamış bir koca İsmet İnönü bile, 36 yıl önce aramızdan ayrıldıktan sonra şu gezegende nelerin yaşanabildiğine göz atabilse, donup kalırdı. Yani yaşamdan zamanlı zamansız onca sorunun yanıtını alamadan ayrılırken fazla üzülmeyin. Filmin sonunu görebilen fani zaten yok… Kim bilir ileride dünyayı ne Titanicler, ne buluşlar, ne galaksi savaşları bekliyor… Bu evrendeki geçici yerimizi düşündükçe çıldırmamak zor. En iyisi biz “n’olcak bu solun hali” diye sorularla önümüze bakmakla yetinelim!

Bedri Baykam

20 Mayıs 2008

Уважаемый пользователь, вам необходимо зарегистрироваться, чтобы посмотреть скрытый текст!
Password: turklib

Поделитесь записью в соцсетях с помощью кнопок:

Просмотров: 2167
Рейтинг:
  • 0