Yavuz'un Şah İsmail'i Mat Etmesi

25.12.08 | Xurshid

http//photoload.ru/data/6a/ed/00/6aed000af86a084f9cb0264161e29dd3.jpg

Yavuz'un Şah İsmail'i Mat Etmesi
Kategori: Hikayeler
Publisher: www.gurhancinar.blogcu.com


Yavuz'un Şah İsmail'i Mat Etmesi


Yavuz Sultan Selim Han ile Şah İsmail arasındaki bir kısım yazışmaların şiir yoluyla kaleme alındığı tarihler yazar.Her iki padişah da savaş meydanlarında olduğu kadar edebiyatta da birbirlerine üstünlük mücadelesi vermekte yarışmışlar.Garip olan o ki ;Şah İsmail Azeri Lehçesiyle,Yavuz da Fars diliyle şiirler söylemişlerdir.Yavuzun Şah İsmail’e karşı savaş meydanlarında ve şiir vadisinden önce bir zafer daha kazandığı riayet edilir.Hatta bu zafer henüz onun şehzadelik dönemine rastlamaktaymış.

Rivayet şöyledir : Yavuz henüz Trabzon Sancak beyi iken Şah İsmail’in hükmettiği sınır komşusu İran Safevi devletinin ileride kendisine büyük tehlike ve bilhassa fetihleri için engel teşkil edeceğini düşünüyordu.Çünkü Şah İsmail Doğu bölgesinde on dört yılda on dört devleti sınırlarına dahil edip büyük bir imparatorluk kurmuştu.Sezdiği bu tehlikeyi babası Sultan II.Bayezid’e sıks ık hatırlatıyorsa da herhangi bir tedbir alınmadığını görüp üzülüyordu.Nihayet müstakbel düşmanı ile ülkesi ve halkını yakından tanımak üzere Tebriz’e gitmeye karar verdi.Bir Derviş kılığına girip tek başına yola çıktı.Safevi sınırını gizlice aştı ve her türlü araştırmayı yaparak,ta Tebriz’e kadar vardı.

Şah İsmail iyi bir santranç ustasıydı,makam mevkisine bakmadan herkesle oynardı.O güne kadar da kendisini mağlup edebilen çıkmamıştı.İhtimal ki bazı santranç ustaları onu yenebilecek kapasitede iken sırf sultana saygılarından ötürü yenilmeyi uygun görüyorlardı.Yavuz da santrançta az usta sayılamazdı.Safevi devleti hakkında bütün bilgileri edinmişti.Şimdide bir yolunu bulup bizzat Şah İsmail ile yüz yüze gelmek istiyordu.Santraç buna güzel vesile oldu.Tebriz şehrinde misafir olduğu handa satranç oynayıp herkesi yenmişti.Santraç buna güzel bir vesile oldu ve doğruca sarayın kapısına dayandı.

“İçeriye haber verdiler:

- Bir garip derviş gelmiş,şahsınızla küstehane santranç oynamak ister durur:

Şah İsmail bilhassa tanımadığı yabancılarla oynamayı severdi.Yavuzu hemen huzuruna kabül etti ve:

- Derviş baba Kanden gelür kende gidersün? diye sordu

Derviş baba ! saygı ile onun şivesiyle cevap verdi:

- Kazvinden gelürem;şahımın mübarek cemalini görmekliğe gelmişem.

- Yollarda izlerde ne var ne yok?

- Şahımın ulu himmeti sayesinde her yerde eman,asayiş ve saadet olup cümle kulların ferhunde-haldir.

Bu cevaplar şahın hoşuna gitmişti:

- Benümle santranç oynamah dilersen buyur karşıma geç.

- Ben şahumdan sadece oyun aparmağa gelmişem.

Yavuz ilkm oyunda bilerek yenildi,ancak şahdan daha usta olduğu için ikinci oyunda onu mat edip yendi.Şah İsmail adamlarının gözü önünde uğradığı bu yenilgiyi fena halde sinirlenerek elinin tersiyle Yavuzun göğsüne bir sille vurup:

- Bre kongay ışıh(serseri derviş) Hiç Şah olanlar mat olur mu ?

Tutalım edebin yohmuş;sultanlara riayeti de mi bilmezsen ? diye çıkıştı.Yavuz soğukkanlılıkla cevap verdi.

- Şahum! Danışıklı oyundan,evvel habarım olsa böyle etmezdim.

- Şah İsmail derhal kendini topladı ve:

- Şah olanlar danışıklı oynamaz;var sağlıcakla git,dedi.

Yavuz saraydan ayrılıp kaldığı hana gitti.Ertesi gün ise şah,kendisine bir kese içinde bin altın yolladı.Yavuz o günü odasında geçirerek ortalık karardan sonra dışarıya çıktı,karanlıkta saraya sokulup şahın ata binerken kullandığı binek taşının altına koydu ve o gece Tebriz’i terk edip Trabzon’a doğru yol aldı.
Birkaç gün sonra Şah İsmail o dervişle bir daha oynamak ve incinen gururunu tamir etmek istediyse de aramalar boşuna gitti ve derviş bir daha bulunamadı.
Dahası,Şahın hademelerinden biri onu Şehzade Selim olduğunu tanımış ve bunu da başkalarına da söylemişti.Hlak arasında çıkan bu söylenti Şah İsmail’i epeyce sarstı ve daha o günlerde içine bir Yavuz korkusudur düştü.
Aradan yıllar geçti.Yavuz, sultan olup idareyi ele aldı.Artık Safevi devletinin ortadan kaldırmanın planlarını yapıyor,hazırlıklarını tamamlıyordu.Nihayet gün gelip çattı ve Çaldıran sahrasında iki ordu karşılaştı (23 Ağustos 1514)Zafer Yavuz’un oldu ama Şah canını kurtarmayı başarmıştı. Yavuz , düşmanı elinden kaçırması kadar,vaktiyle bağrına yediği sillenin de burukluğunu taşıyordu.Düşünüp taşındı ve arkasından bir name göndermeyi uygun buldu.Namede şunlar yazılı idi:

“Er ere sille vurunca böyle vurmak gerek.Evvelce santranç oynarken vurulan silleyi haklaştık”

Osmanlı ordusunda bu mektubun muhtevası hakkında rivayetler dolaşmaya başladı.Gerçi eskiden beri Yavuz’un Tebriz’e bir sefer yaptığı şayiaları halk arasında dolaşmakta idiyse de,kimse cesaret edip işin aslını kendisine soramamışlardı.Yavuz da bu sırrı açmamakta direniyordu.Niha yet meraklar son haddine varmıştı.
Ordu yavaş yavaş ilerleyip Tebriz’e girildi.Şah’ın sarayı önüne gelindiğin de Yavuz sırtını saraya verip çevresini gözleriyle iyice araştırdı.Çevrede bazı değişiklikler vardı.Nihayet o binek taşını gördü.Sonra adamlarına baktı ve içlerinden savaşta en fazla fedakarlık gösterenlerden biri olan Sekbanbaşı Osman ağaya seslendi:

- Ağa,var git,şu kapı eşiğindeki taşı kaldır.Kendi elimle bin altın koymuştum,helal malımdır,sana ihsan ettim.

Herkes hayretle bakışır. Her yanı bir sessizlik kaplar.İşte sır şimdi çözülecektir. Osman Ağa taşı kaldırır... Kesesi çürümüş, bin altın bir kor yığını halinde dururmuş. Balyemez Osman Ağa bu fıkrayı anlatırken hüngür hüngür ağlarmış... «O zamana kadar bir hikâye sandığımız satranç kıssası, meğer hakikat imiş...» dermiş.

Yavuz Sultan Selim inceliği


Selim Han döneminde, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, hünkâra.Sandık açılır. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar.Fakat, sandık açılır açılmaz, etrafa pek fena bir koku yayılır.Önce, hiç kimse bir anlam veremez, nadide mücevherler ile dolu sandıktaki bu fena kokuya.Sonra, mesele anlaşılır.Sandığın dibine insan dışkısı doldurulmuş. Yani, Şah İsmail, aklı sıra, cihan padişahına hakaret ediyor…(!)
Cihan padişahı emir verir,

" Herkes düşünsün, bu edepsizliğe, Osmanlı'nın şanına yakışacak şekilde bir mukabelede bulunmalıyız. “ Ve çözümü yine kendisi bulur.

Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatılır.
Sandığın içine, o zamanın en nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış bir kutu yerleştirilir.Kutunun altına da, bir satırlık yazıdan ibaret pusula (not) iliştirilir.Hediye sandığı, itina ile süslendikten sonra, Şah İsmail'e gönderilir.Sandık, Şah'ın huzurunda açılır.Sandık açılır açılmaz, etrafa mis gibi gül kokusu yayılır.

Mücevher vs. gibi hediyeler takdim edildikten sonra, Osmanlı Elçisi Şah’ın tedirgin olmaması için, önce kendisi tatmak kaydıyla büyük bir saygı ve nezaketle, Şah İsmail'e lokumdan ikram eder.Bilâhare, görevliler, huzurda bulunanlara teker teker ikram etmeye başlarlar, lokumdan.

Şah, bütün bu olup bitenlere bir anlam veremez.Osmanlı Elçisi, Şah'ın şaşkınlığını gidermek için, lokum kutusunun altına iliştirilmiş mütevazı pusulayı uzatır.Pusulayı okuyan Şah'ın yüzünde, bu sefer, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifâdesi alır;

"İsmail, herkes yediğinden ikram eder."

Поделитесь записью в соцсетях с помощью кнопок:

Просмотров: 3342
Рейтинг:
  • 5